BURDUR'UN KAYBOLAN MESLEĞİ: TABAKHANENİN HİKAYESİ

BURDUR'UN KAYBOLAN MESLEĞİ: TABAKHANENİN HİKAYESİ
Zamanın tozlu raflarında, Burdur’un belleğinde hâlâ yankılanan bir meslek vardır: Dericilik. Öyle sıradan bir zanaat değildir bu; ayakkabımızın topuğunda, okula taşıdığımız çantada, rüzgârda savrulan deri montumuzda hâlâ izleri sürer. Bir zamanlar Burdur Çayı’nın iki yakasında sıralanmış kırk civarında tabakhane, sadece deriyi değil, bir kentin emeğini, alın terini, geçim umudunu işlerdi.
Geçtiğimiz günlerde kıymetli bir isim olan, bir dönem Burdur Belediye Başkanlığı yapmış olan Sayın Sabahattin Akkaya ile sohbet ederken konu buraya geldi. Hafızalardan silinmeye yüz tutmuş o zanaat, anılarında hâlâ capcanlıydı. Merakla sordum:
“Sayın hocam, Burdur’un Tabakhane Camisi, Tabakhane Mahallesi ve sokakları hâlâ bu zanaatın izlerini taşırken, bu mesleğin özü neydi? Kimlerdi öncüleri, neydi bu işin tarihi?”
Dericilik, halk arasında “tabaklık” olarak bilinirdi. Osmanlı'dan günümüze uzanan bir geçim kapısıydı. Mahallenin eski adı Debbağhane, dericilere verilen ad ise debbağdı. Debbağhane, zamanla halk dilinde “Tabakhane”ye dönüşmüştü. Bu mahallede bir de hamam vardı; adı da işin tabiatına uygun olarak Tabakhane Hamamıydı. Ne var ki zamanla bu hamamın yanında taksi işletmeciliği yapılmaya başlanınca, adı halk arasında “Taksi Hamamı”na evrildi.
Peki neden çayın kenarındaydı bu işletmeler? Çünkü deri işlemenin özü suydu. Suyun bol, akışın kuvvetli olduğu yerlere tabakhane kurulurdu. Recep Tayyip Erdoğan İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu yere kadar, Burdur Çayı’nın iki tarafı boyunca sıralanmıştı bu işletmeler. O suya karışan kireç, kan, ter ve sabır… Hepsi bir çayın belleğinde akıp gitmişti.
Dışarıdan gelen deriler burada işlenir, ayakkabı altlıkları, kalın tabakalar, çantalar, montlar elde edilirdi. Yukarı Pazar’da satılırdı bu deriler. Sadece Burdur’un değil, civar illerin de ihtiyacını karşılayan bu meslek, şehir ekonomisinin mihenk taşlarından biriydi.
Tabii dericiliğin de bir ahlakı vardı. Temizlik kadar koku da önemliydi. Rivayete göre, Ulu Cami’ye gelen cemaat, tabakhane işçileriyle aynı safta durduğunda kokudan rahatsız olurmuş. Bunun üzerine, tabak ustaları kendi aralarında toplanarak, bugünkü Tabakhane Camisi’ni inşa ettirmişler. Cami adını, işte bu meslekten almıştı. Bu da, dericiliğin sadece bir meslek değil, bir yaşam tarzı, bir cemiyet şuuru olduğunu gösterir.
Zamanla ne oldu? Her şey gibi o da değişti. Suni deriler çıktı. Ucuzdu, pratikti, kalıptan çıkıyor, terbiye istemiyor, çaba gerektirmiyordu. Ama ne kokusu vardı, ne ömrü… Doğal derinin yıllandıkça güzelleşen yüzü, suni deride sadece yüzeyde kalıyordu. Ve böylece son tabakhane de kapılarını kapattı. Bugünkü Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bulunduğu yerdeydi o son işletme… Artık sadece hatıralarda yaşıyor.
Geriye ne kaldı?
Belki bir caminin adı,
belki bir hamamın hikâyesi,
belki çayın taşına sinmiş deri kokusu…
Ama aslında en çok da bizde kaldı.
Çünkü ne zaman bir ayakkabı giymek için elimize alsak, ne zaman sağlam bir çanta alsak sırtımıza, bir zamanlar Burdur’da, o derinin suyla, sabırla, emekle işlendiği günler gelir aklımıza.
Ve biz deriz ki:
“Ne ustalardı onlar, ne emekti o günler…”
Bir mesleğin ardından susmak değil, onu yad etmek gerek.
Çünkü hafıza, unutmayanların evidir.
Derinin işlendiği o zor ve sabır dolu aşamaları düşündükçe, bu mesleğin ne denli derin bir emek ve ustalık gerektirdiğini bir kez daha anlıyorum. Deri önce kireçte bekletilir, tüylerinden arındırılır, sonra yıkanır, temizlenir, kurutulur ve sabırla tabaklanarak işlenirdi. Her aşaması sabır, emek ve ustalık isterdi. Su, bu işin en kritik unsuruydu; deri suyla can bulur, suyla hayat bulurdu. O yüzden tabakhaneler hep suyun bol olduğu, akışın güçlü olduğu yerlerde kuruldu.
Ben oralarda gezerken, o ağır derinin kokusunu, işçilerin ellerinde hayat buluşunu, sabrın ve emeğin nağmelerini duyumsar gibi oluyorum. İşte bu hislerle yazdım şiirimi:
ÇAYIN KIYISINDA DERİ KOKULARI
Çayın kıyısında deri kokuları
Sabah ezanında başlar ustalar
Silinmemiş maziden anıları
Tabağı kireçle işler ustalar
Elde hayat, kalbin de sevgi saklar
Kokusu ağırdır, yine de koklar
Hayatın nabzını durnadan yoklar
Akşam vakti işi boşlar ustalar
Suni düşler geçer, çabucak biter
Doğal deri bize kalite biçer
Yaşanmış tarihimiz ışık saçar
Umudun yolunu düşler ustalar
Burdur’un bağrında kalan son eser
Gittiğinden beri hüzünler çöker
Tabakhane sessiz, zamana küser
Çaydan süzülüyor yaşlar ustalar
23.05.2025
Hüseyin Yıldız (Kalemşah)
Kültür ve Turizm Bakanlığı Halk Şairi