Flaş Haber Yeni

RAMAZAN VE ZEKAT

RAMAZAN VE ZEKAT

Bütün semavî dinlerde muhtaç insanların korunmasına yönelik bazı tedbirlerin alındığı ve zekâtın emredildiği görülmektedir. Allah Teâlâ, zekât verenlerden sırf O"nun rızasını gözetenleri mükâfatlandıracağını müjdeleyerek bu ibadetin riyasız bir şekilde yerine getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla, zekât bir “borç/yük” gibi algılanmamalı, gönülden yerine getirilen bir ibadet olmalıdır. Bu bağlamda Allah Resûlü, bir taraftan muhtaç insanlara yapılan yardımların Allah tarafından kabul edilip mükâfatının da sürekli artacak şekilde değerlendirileceği müjdesini verirken; diğer taraftan da zekâtı verilmeyen her bir malın, sahibi için acıklı bir azap vesilesi olacağı uyarısında bulunmuştur.(1)

Zenginin, Rabbinin rızasına ermek arzusuyla yerine getirdiği farz bir ibadet olan zekâtın birçok hikmetleri vardır. Öncelikle zekât, bir yandan fakirlerin ihtiyacını karşılarken, diğer yandan da veren kişinin şahsiyetini geliştirmektedir. Zekât, hem maldaki kirleri temizlemekte hem de sahibini arındırmaktadır. Nitekim Yüce Allah Hz. Peygamber"e hitaben, “Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.” (2) buyurmaktadır. Bu ise, zekâtın kişilere sağladığı maddî yararları vurguladığı gibi, konunun mânevî/ruhî boyutuna da işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığında zekât vermek, hem malın hem de nefsin temizlenmesine yardımcı olmaktadır. Çünkü nefis, cimrilik ve aşırı dünya sevgisi ile yoğrulmuştur.(3)

Allah, insanlar arasında inanan-inanmayan şeklinde bir ayrım yapmaksızın, herkese mal mülk verir.(4) Ancak bir insanın elinde mal ve mülkün bulunması onun Allah katında değerli bir şahıs olduğu anlamına gelmez. Mal sahibini değerli kılacak olan şey, o nimetlerin kadrini bilmesi ve şükrünü yerine getirmesi, yani malında fakirin hakkı bulunduğunu bilerek bunu ödemesidir. Bu anlamda insan, evlâtlarıyla olduğu gibi mallarıyla da imtihan edilmektedir.(5)  İnsanların en fazla yanıldıkları konu ve başarısız oldukları imtihanlardan biri de mala olan aşırı düşkünlükleridir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz ümmetinin böylesine bir mal sevgisine kapılmasından duyduğu endişeyi dile getirmiştir. Bedenin şükrü olduğu gibi, elde edilen malın da şükrü vardır. Efendimiz (sav), “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.” (6) buyururken insanın sahip olduğu her bir nimete karşı şükretmesi gerektiğini vurgular. Bu anlamda zekât, Allah"ın verdiği mala karşı şükür vazifesidir. Bedenin zekâtı olan orucun insan bedenini maddî ve mânevî olarak temizlemesi gibi, zekât da malı arındırır, bela ve musibetlere karşı ona korunak sağlar.

Zekât vesilesiyle mallarını gönüllü olarak harcamaya alışan müminler, kendileri kadar, diğer ihtiyaç sahiplerini de düşünürler. Artık "ben" duygusu, "biz" duygusuna dönüşmeye başlar. Bu duyguya sahip olan kişi, gerektiğinde zekât dışında da malî yardımlarda bulunur. Böylece kendi malından fedakârlık yaparak sevap kazanmaya çalışan kimse, başkalarının malını haksız yollarla elde etmeye kalkışmaz.

Zekâtın, malı temizleyen bir vasıta olduğunu vurgulayan Hz. Peygamber, “Mallarınızı zekât vererek korumaya alınız!” (7)  buyurmak suretiyle de zekâtın mânevî bir zırh olduğunu hatırlatır. Öte taraftan zekâtı verilmediği için temizlenmeyen, içerisinde fakirin hakkı olan bir malın akıbetinin hayırlı olmayacağını bildirir. (8)

Kur"ân-ı Kerîm"de Allah rızası gözetilerek güzel bir şekilde infak edilen mal, Allah"a verilmiş bir borç sayılmakta ve karşılığının kat kat fazlasıyla yine Allah tarafından ödeneceği bildirilmektedir.(9) Şeytan insana Allah yolunda harcamakla fakir olacağı şeklinde vesvese vermekte, Yüce Allah ise zekâtlarını gereğince ve sadece O"nun rızası için verenlerin aslında mallarını kat kat artırdıklarını ve verilen her zekâtın karşılığının ödeneceğini (10) müjdelemektedir. Peygamber Efendimiz de müminlere zekât vermekle mallarının azalmasından korkmamaları gerektiğini şu şekilde açıklar: “Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez.” (11) Malın artma ve azalma ölçüsünün sadece miktarla ilgili olmadığı düşünülürse, görünürde eksilmiş gibi olan malın, aslında zekâtı ödendiği için bereketlenip daha verimli hâle geldiği veya geleceği anlaşılır.

Yüce Rabbimiz zekâtı farz kılmakla ihtiyaç sahiplerini elde edilen gelirde hak sahibi yapmıştır. Böylece zekâtla desteklenen muhtaç kişi, genel servet içinde bir payının olduğunu bilerek, zihnini meşgul eden fakirlik sıkıntısını hafifletmiş olur. Bu şekilde sıkıntıya maruz kalan onurlu insanların dilencilik ve karamsarlık gibi durumlara düşmelerinin önüne geçilmiş olur.

İslâm, insanların dünya saadetini önemsemiştir. Allah Resûlü, fakirliğin istenilmeyen, hatta Allah"a sığınılması gereken bir hâl olduğunu da belirtmiştir.(12) Asıl olan, her ferdin bütün imkânlarını zorlayarak kendi geçimini temin etmesidir. Fakat bu imkânları elde edemeyip varlık sahibi olamayan insanların ihtiyaçlarının giderilmesi ve onların da aktif ve verimli bir şekilde toplum hayatına katılımlarının sağlanması toplumun genel huzuru açısından önemlidir. Bir yıl boyunca değişik ticarî faaliyetlerle insanlar arasında dolaşan servet, zekât vesilesiyle muhtaç kimselere de ulaşmaktadır. Böylece normal ticarî faaliyetlerdeki muhtemel dengesizlikler ve gelir dağılımındaki uçurumlar asgarîye indirilmiş olur, toplumun bütün kesimlerinin bir şekilde mal dolaşımına dâhil edilmesi sağlanır.

Malî bir yükümlülük olan zekât, kişinin dünya malına karşı dengeli bir duruş içinde olmasını sağlar. Toplumsal boyutları açısından değerlendirildiğinde, kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren zengin, servetini mümin kardeşiyle paylaşmanın hazzını, güzelliğini yaşar. Bilir ki verdiği zekât hem bu dünyada arınması hem de âhirette ecir kazanması için “delil” olacaktır. İhtiyaç sahiplerinin bu paydan yararlandıkları sırada yaşadıkları sevinç ve memnuniyet, verenin gönlünde huzura ve genişliğe dönüşür. Böylece zekâtın tam olarak verildiği yerlerde denge ve sükûnet egemen olur. Yoksul, zengin kardeşinin malına kem gözle bakmak şöyle dursun, kendisi de yararlandığı için o malı kendi gözü, kendi malı gibi korur, kollar. Böyle bir ortamda, hırsızlık, kapkaç ve gasp gibi malî suçlar azalır, zamanla yok olur. Bütün bu yönleriyle zekât, fakirlik sorununa çözüm bulmayı amaçlamakta, Müslümanların güçlü olması gerektiği fikrinden hareketle bir yandan bireyler arasında dayanışma ruhunu, diğer yandan da sosyal güvenlik olgusunu beslemektedir.

Dipnotlar:

  1. Tirmizî,Tefsîru’l-Kur’ân, 3
  2. Tevbe, 9/103
  3. İsrâ, 17/100
  4. İsrâ, 17/20
  5. Teğâbün, 64/15
  6. İbn Mâce, Sıyâm, 44
  7. Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 542
  8. Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IV, 268
  9. Bakara, 2/245
  10. Sebe’, 34/39
  11. Müslim, Birr, 69
  12. Nesâî, İstiâze, 29

Burdur İl Müftülüğü