Flaş Haber Yeni

İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMAK

İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMAK

Kur’an-ı Kerim’in temel hedeflerinden biri, ahlaklı, Allah’a ve kullarına karşı vazifesinin bilinci ile davranan insanları yetiştirmek ve bunlardan oluşacak bir toplumun kurulmasını  gerçekleştirmektir.

            Kur’an, böyle bir toplumu oluşturacak emir, tavsiye ve prensipler bütünüdür. İşte “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker" de bu temel prensiplerden birisidir. Kısaca, iyiliği emir ve tavsiye etmek, kötülükten alıkoymak diye ifade edebileceğimiz bu prensibin usulünce uygulanması toplumsal hayatın kaçınılmaz gereklerindendir.

İyiliğe, doğruluğa ve yararlı olan şeylere çağırmak, toplumun yararına, insanların iyiliğine olan şeyleri tavsiye etmek, toplumun zararına olan şeyleri yasaklamak ve toplumun bütünlüğünü bozmamak, ayrılık çıkarmamak gibi önemli işler bu prensibin kapsamına girmektedir.

   Bir Kur'ân terimi olarak kısaca, “iyilik” diye ifade ettiğimiz “ma’rûf”, sözlükte “bilinen, tanınan, benimsenen şey demektir. Münker ise; tasvip edilmeyen, yadırganan, görülmesinden veya yapılmasından sıkıntı duyulan şey  demektir.

                        Bu cümleden olmak üzere alimler, "Maruf; Allah’a itaat sayılan, ona yakın olmayı sağlayan, insanlar için iyilik olarak kabul edilen ve dinimizce  değer verilen bütün güzel tutum ve davranışları ifade eder" demişlerdir.

                        Yine, İmam Gazali daha geniş bir bakış açısı ile, İslam dininin getirdiği, hayat tarzına, görgü kurallarına uygun olan söz ve davranışlar maruf; uygun olmayanlar da münker olarak sayılmıştır. Kısaca, maruf’tan maksat, Allah’ın emir ve tavsiye ettiği söz, fiil ve davranışlardır, diyebiliriz. Buna göre, maruf’un farz, vâcip, nafile ve mendup hükmünde  olan her ameli içine almaktadır. Mesela beş vakit namaz, zekat, sadaka, gibi belli ibadetler ile anne-babaya iyilik etmek, insanlara iyi geçinmek de maruf kapsamında yer alır. Buna göre, ma’ruf, hayrın, faziletin, hakkın ve adaletin kendisidir. Rasûlullah’ın emrettiği her şeydir. Dinde ve insanların adetlerinde kötü olmayan şey, nefsin kabul edip sükûn bulduğu, aklen ve dînen güzel olduğu kabul edilen söz ve davranış, iman, taat, insanların genel düşünce çerçevesinde aklın kabul edip reddetmediği şeylerdir.

                        Aynı şekilde, münker de, hırsızlık, zina, iftira, cana kıymak, gıybet ve dedi kodu yapmak gibi açıkça yasaklanan işler ile, insan tabiatının hoş karşılamıyacağı, toplumun ve bireylerin huzur ve sükununa zarar verecek her türlü söz, davranış ve işleri kapsamı içine alır.

            Buraya kadar söylenenlerden hareketle, “ma’ruf” u İslam’ın öngördüğü davranışlar bütünü, hayat tarzı, “münker”in de bunun aksine, İslam’ın tasvip etmediği davranışılar ve hayat tarzı olduğunu ifade etmek mümkündür.

Nitekim Allah Teala Hz. Peygamber’in genel nitelikleri sadedinde;

 “(O Peygamber) onlara ma’rufu (iyiliği) emreder ve onları kötülükten alıkoyar.(Araf, 7/157) anlamındaki âyette sözü edilen kimseler sebebi nüzul noktasından yahudi ve hıristiyanlar olmakla birlikte, genelde müslümünlar da dahil bütün insanlardır.

     İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak peygamberlerin temel görevidir. Hz. Peygamber ile ilgili olarak bu görev biraz önce zikrettiğimiz ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ümmetlerin, kendilerine gönderilen peygamberlere uymaları onu örnek almaları gereği de temel bir hükümdür. Peygamberler Allah’tan aldıkları emirleri olduğu gibi kendi toplumlarına iletmek ve duyurmakla görevli olduklarına göre ümmetler de aynı görevi üstlenmiş olmaktadırlar. Yüce Allâh, Peygamberimize hitaben: “Senin görevin ancak tebliğ etmektir.” (Al-i İmran 3/20) buyurmuştur.

 Tebliğin özünü, “emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” oluşturur. Bu gerçeği vurgulamak üzere büyük İslam bilgini İmam Gazâli şöyle der: “Şayet  tebliğ, ortadan kaldırılıp, ilim ve amel de ihmal edilseydi, peygamberlik atalete  çöküntüye uğrar, ihtilaflar çoğalır, sapıklık yayılır, cehalet ortalığı kaplar, fesat her tarafı etkisi altına alırdı.”(Gazzali-İhya)

Bundan dolayıdır ki, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, ilahi emir ve yasakların insanlara iletilmesi en önde gelen dini görevlerden birisidir. Yüce Allah, bu görevin yerine getirilmesini, Müslümanlara farz kılmış ve onları, bundan sorumlu tutmuştur.  “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır”  (Ali İmrân, 3/104)  buyrulmaktadır.

Bu ayet, "Siz insanları hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk olun" şeklinde de yorumlanabilir. Buna göre, sözü edilen görev sadece belirli bir grubun değil, bütün Müslümanlarındır. Çünkü insanları hayra çağırmak, iyiliği emretmek, kötülüğe engel olmak Müslümanlar için toplumsal bir görevdir. Bu husus, Al-i İmrân suresinin 110. âyetinde de açıkça ifade edilmiştir.  Bu görev yapılmazsa bütün Müslümanlar günah işlemiş olurlar.  Müslümanların görevi  kendi  içlerinden emr-i bi’l-ma’ruf  nehy-i ani’l- münker işini  yapacak özel bir topluluk meydana getirerek, onlara yardım etmek suretiyle kendilerini sorumluluktan  kurtarmaktır.

Ayetten çıkan bir önemli sonuç da şudur:  Bir toplumun kurtuluşa ermesi o toplumun “oto kontrol” bilincine ulaşmış olması ile yakından ilgilidir. Hayatın her alanında; doğruların, bilgi ve tecrübe birikiminin paylaşılmasında, yanlışlardan kaçınılmasında bir toplumun bulunduğu nokta, o toplumun oto kontrol bilinci derecesinin de göstergesi olacaktır. Bireysel planda müslümanın nefis muhasebesinde bulunmasının gerekmesi gibi, Müslüman toplumlar da “emr-i bi’l-ma’ruf” yöntemi ile “oto kontrol” ü sağlamak görevi ile yükümlüdür. Az önce zikrettiğimiz ayetteki “Sizden bir topluluk bulunsun” ifadesi, bu önemli görevin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Kur'ân, geçmiş peygamberlerin uyarılarına kulak asmayan, emr-i bi’l-ma’ruf görevini dikkate almayan toplumların karşılaştıkları acı sonuçları, ibret tabloları halinde önümüze sermektedir.   “İsrail oğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın da dili ile lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. Onlar işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirini vaz geçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi" (Maide 5/78-79).

Bu toplumların içine düştükleri yanlışlığın temel etkenlerinden birinin de, görevleri din konusunda insanları aydınlatmak olan din bilginlerinin bu görevlerini savsaklamaları ve istismar etmeleri idi. Bu durum şu ayette dile getirilmektedir:

 “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür.” (Maide 5/63).

Şu ayette de, adı geçen toplumlardaki bu kötü gidişatın sebebine vurgu yapılmakta, müslümanlar da aynı konuma düşmemeleri konusunda uyarılmaktadırlar:

“Sizden önceki devirlerde (insanları) yeryüzünde fesat (çıkarmak)tan vazgeçirmeye çalışacak (bu suretle onları helakten kurtaracak) fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi?" (Hûd  11/116).

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)  emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerin yapılmaması halinde kişi ve toplumu karşı karşıya bırakacağı sonucu  bir  hadis-i şerifinde şöyle ifade buyurmaktadır:

Hz.Huzeyfe, Peygamber’imizin şöyle dediğini anlatıyor: Peygamberimiz buyurdular ki: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, ya marufu emreder  ve münkerden nehy edersiniz, yahut Allah size açık azap gönderir, sonra Allah’a yalvarırsınız, fakat o zaman duanız da kabul edilmez.”

Emr-i bi’l-ma’ruf görevinin bir yönü ile tebliğ ile örtüştüğünü ifade etmiştik. Her iki görevde de, samimiyetin, söylenen ile yapılanın birbirini nakzetmemesi çok önemli noktayı oluşturur. Tebliğ etme konumunda olup da bu görevlerinde kötü uygulama ya da istismarda bulunanların da uyarılması emr-i bi’l-ma’ruf görevinin kapsamında yer almaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu konuya vurgu yapan bir hadis-i şerifi şöyledir:

Abdullah İbni Mesud, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği her nebinin ümmeti içerisinde sünnetine uyan ve emirlerini yerine getiren bir takım yardımcıları ve arkadaşları vardır. Nebilerden sonra gelen, yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emr olunmadıkları işleri yapmayan bir takım nesiller zuhur etti. İşte kim bunlara karşı eliyle, diliyle ve kalbiyle mücadele ederse, işte onlar mümindir. Bunun ötesinde (ki davranışlarda) ise hardal tanesi kadar bile iman (göstergesi) yoktur.

İbn-i Abbas’tan gelen bir hadis-i şerifte ise Peygamberimiz:“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen; iyiliği emredip, kötülüğü de yasaklamayan bizden değildir”

Hz. Aişe (r.a.) tan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber’in “Marufu emrediniz, münkeri nehyediniz. Sonra, dua edersiniz de duanız kabul edilmez.”

Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker prensibi insanı nemelâzımcılığa düşmekten kurtarır. Fert ve toplumun kendini yenilemesine ve aksayan taraflarını giderilmesine vesile olur. Gazzâlî’nin de ifade ettiği gibi “Ferdin kendini düzeltmesi asıl, başkasını düzeltmesi ise fer’î’dir”

Çağdaş bir islam bilgini şöyle söylemektedir:“İyiliği emretmek, kötü olan şeylerden de nehy etmek her Müslüman için sadece bir hak değil, aynı zamanda bir görevdir. Din kardeşlerimizin maddî saâdetlerine olduğu kadar, manevi kurtuluşlarına da lâkayt kalamayız. Fazilet ve takvayı aramızda hakim kılmak için hep beraber çalışmak zorundayız. Bu ahlaki dayanışma İslam’da o kadar büyük önem taşımaktadır ki, Kur’an-ı Kerim onu tarihte benzerine rastlanmayan en mükemmel bir ümmetin ayırıcı bir özelliği olarak kabul etmiştir.

Buraya kadar ifade etmeye çalıştıklarınızdan hareketle şunu söyleyebiliriz: İyiliği emretmeyen, kötülüklerden kaçındırmayanlar Allah’ın rahmetinden uzak kalmayı hak edecek bir tutum sergilemektedirler.  Öyle ise, Hz. Peygambere ümmet olma şerefine ulaşılmış olan bizler bu şerefe layık olmanın bilinci ve gayreti içinde olmalıyız..."İyiliği emretme, kötülükten sakındırma" şeklinde ifade ettiğimiz emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker görevi, fert, aile ve toplumun güven ve huzuru için hayâtî önemi haizdir. Hoşgörü adına toplumdaki kötülüklere müdahale etmemek ve vurdumduymaz davranmak, toplumun fesadına sebep olur. Bundan kötülüğe katılan, katılmayan herkes zarar görür. Sözgelimi hırsızlık yapanı görüp "bana ne deyip" gerekli müdahaleyi yapmayan, ilgilileri haberdar etmeyen  kimse sorumlu olur, bu hırsız bir gün bu kimseye de zarar verebilir. Birlikte yolculuk yaptığı gemiyi delen sorumsuz insana oradakiler müdahale etmezlerse, gemi batar ve hepsi birlikte zarar görürler. Bu görevi yapan insan; samimi, ihlaslı ve dürüst olmalı, bu görev sadece Allah rızası için yapmalıdır. Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkeri yerine getirenlerin hiçbir maddi beklentisi olmamalıdır. Çünkü onun maddî ve manevî gıdası ihlas ve samimiyettir, Allah rızasıdır.

                                                                                     BURDUR İL MÜFTÜLÜĞÜ